Bağırsaklarımızdaki mikroplar kalp hastalığına yol açar mı? İlk başta bu soru kulağa biraz garip geliyor olabilir! Bağırsaklarımızda yaşayan minik canlıların kalp sağlığına nasıl etkisi olabilir, diyebilirsiniz! Oysa, son yıllarda kardiyoloji alanında bu konu ile ilgili peş peşe çok nitelikli çalışmalar yapılmaya başlandı ve önemli sonuçlar ortaya çıktı.
Aslında yaklaşık 200 yıldır vücudumuzun içinde çok sayıda bakteri ve virüs ile birlikte yaşadığımızı biliyoruz. Ancak yine uzun zamandır bu mikropların bizim sağlığımızı etkilemeyip sadece vücudumuzun sıcak ortamından yararlandıklarını sanıyorduk.
Son 10 yılda yapılan çalışmalar gösterdi ki içimizde yaşayan bu mikropların her birinin kendi genetik dizilimi var. Üstelik bizim genetik dizilimimizden daha karmaşık bir yapıdalar. Bütün bu genlere vücudumuzun mikrobiyomu diyoruz. İşte bu genlerin ürettiği proteinler, bizim kendi vücudumuzun ürettiklerine benziyor. Yani bağırsaklarımızda ya da vücudumuzun başka yerlerindeki mikropların ürettiği proteinler kan dolaşımımıza geçerek sağlığımızı etkiliyor. Bağırsaklarımızda yaşayan mikropların bu proteinler yolu ile kalp sağlığını da etkilediğini artık biliyoruz. Son yıllarda yapılan çalışmalar bağırsak mikroplarının kalp damarlarındaki kolesterol plaklarının yırtılmasını kolaylaştırdığını, damarlarda pıhtı oluşma riskini arttırdığını gösterdi. Bütün bunlar da kalp krizi riskini arttırıyor. Şimdi konuyu biraz daha açalım.
Milyonlarca dolar bağırsaklar için harcanıyor!
İnce bağırsak ve kalın bağırsaklarımızda birçok mikroorganizma ile birlikte yaşıyoruz. Son yıllarda vücudumuz içerisinde adeta apayrı bir mikro dünya olan bu sistemi araştırmak ve anlamak için yüzlerce çalışma yapılmaya başlandı. Bu araştırmalara milyonlarca dolar harcandığını da söylemek gerek. Örneğin Amerika Ulusal Sağlık Enstitüsü (National Institute of Health) himayesinde 2007 yılından beri İnsan Mikrobiyom Projesi (Human Microbiome Project) yürütülüyor. Ayrıca Avrupa Komisyonu tarafından desteklenen 8 ülkeden 15 merkezin araştırmalarının yürüttüğü MetaHIT (METAgenomics of the Human Intestinal Tract) projesi devam ediyor. Peki amaçları ne? Bu projelerin temel amacı, mikrobiyomun insan sağlığı ve hastalıkları üzerine etkisini incelemek! Araştırmalar gösteriyor ki bağırsaklarımızdaki mikroplar kalp hastalıkları, obezite, şeker, böbrek yetmezliği ve kanser gibi kronik hastalıklarla ilişkili!
Bağırsaklarınız parmak iziniz gibi!
Her insanın bağırsak mikrobiyomu kendine özgü, adeta bir parmak izi gibi. Bazı kişilerde insan sağlığı üzerine olumlu etkileri olan ‘iyi’ mikroplar daha fazla iken, bazılarında kronik hastalıklarla ilişkili olabilecek ‘kötü’ mikroplar yönetimi ele geçirmiş durumda! İyi ve kötü mikroplar arasındaki bu dengede kişinin yeme içme alışkanlıkları, sağlıklı yaşam tarzına ne kadar uyum gösterdiği ve kullandığı ilaçlar da çok etkili. Sağlıklı beslendiğinizde, liften zengin gıdalar tükettiğinizde, egzersiz yaptığınızda ve stresten uzak durduğunuzda bağırsaklarınızda iyi mikroplar artıyor. Bunları yapmadığınızda ise tam tersi oluyor.
Aslında mikroplar ağızımızdan başlayarak tüm sindirim sistemimize yerleşmiş durumdalar, ancak en fazla kalın bağırsaklarımızda bulunuyorlar. Kalın bağırsaklarımız 500 ayrı türde mikroba ve yaklaşık 100 trilyon bakteri hücresine ev sahipliği yapan dünya üzerindeki en yoğun bakteri popülasyonunun yaşadığı yerlerden biri. Erişkin bir insanın vücut ağırlığının yaklaşık 2 kilosu bağırsak mikroplarından oluşuyor ve ürettiğimiz kuru dışkının yarısını da bu mikroplar oluşturuyor. Artık biliyoruz ki mikroplarla olan ilişkimiz karşılıklı etkileşim üzerine kurulu. Onlar yaşayabilmek için bize ve bağırsaklarımıza ihtiyaç duyuyorlar, biz de sağlıklı bir yaşam için iyi olan mikroplara ihtiyaç duyuyoruz.
Peki bu dostane iyi mikroplar bize nasıl yardımcı oluyor?
Bağırsaklarımızda mikrop üremesi doğduğumuz anda başlıyor. İyi mikroplar sindirimi kolaylaştırıp, biyotin, B12 vitamini, folik asit, tiyamin ve K vitamini gibi yararlı maddelerin sentezinde rol alıyorlar. Ayrıca bağışıklık sistemimizi güçlendirerek, bizi zararlı etkenlerden koruyorlar.
En önemlisi hayatımız boyunca karşılaştığımız en önemli çevresel etken olan yediğimiz yemeklere karşı bir filtre görevi görüyorlar. Bitkisel kaynaklı, liften zengin beslenme, bağırsak florasını dengelemeye yardımcı olarak kalp hastalığında koruyucu etki sağlıyor. Bunun tersi, endüstriyel ve işlenmiş gıdalarla beslenenlerde bağırsak florası olumsuz yönde etkileniyor.
Kalp hastalığı ve obeziteye yol açıyor!
Peki bağırsaklarımızdaki kötü mikropların sağlığımız üzerine ne gibi olumsuz etkileri var?
Bağırsaktaki mikropların dengesinin kötü yönde bozulması bizi dış etkenlere karşı daha korunmasız hale getiriyor ve bağışıklık sistemimizi zayıflatarak, kalp hastalığı, obezite, şeker hastalıkları gibi kronik hastalıklara zemin hazırlıyor.
Mikropların kalp sağlığı üzerine etkilerine baktığımızda kritik bir kelime ortaya çıkıyor: ‘inflamasyon!’ İnflamasyon vücudumuz hasar gördüğünde buna karşı gelişen koruyucu bir yanıt, ancak inflamasyon fazla olduğunda bu birçok hastalığa yol açabiliyor! Yapılan çalışmalarda inflamasyon yanıtı fazla olan kişilerde kalp damar hastalığı riskinin arttığı görülmüş. Kalp krizi geçirmiş olan kişilerde inflamasyonu azaltıcı ilaç kullanıldığında bir daha kalp krizi geçirme riski de azalıyor! Demek ki kalp hastalıklarından korunmamız için bu aşırı inflamasyon yanıtını azaltmamız gerekiyor.
Peki ilaç kullanmadan bunu başarabilir miyiz? Obeziteden korunmak ve sigarayı bırakmak iyi bir başlangıç olabilir ama bağırsaklarımızdaki iyi bakteriler de bu konuda bize yardımcı olabilir.
Prestijli tıp dergisi European Heart Journal’da yayınlanan bir çalışmada kalp damar sertliği olmayan kişilerde kalp damar sertliği olanlara göre iyi mikropların ve bu mikropların ürettiği yararlı maddelerin daha baskın olduğu saptandı. Bu yararlı maddelerden biri olan indolepropiyonik asitin, şeker hastalığı gelişme riskini de azalttığı belirlendi ve yüksek lifli diyet ile bakterilerin daha fazla indolepropiyonik asit ürettiği görüldü.
Western Üniversitesi’ndeki araştırmacıların yaptığı başka bir araştırmada da bağırsak mikropları ve kalp damar sertliği ile ilgili ilginç sonuçlar ortaya çıktı. Araştırmacılar üç ayrı hasta grubunda boyun damarlarını inceleyerek damar sertliği olup olmadığına baktılar. Şeker, yüksek tansiyon ve yüksek kolesterol gibi risk faktörleri olmayan ama damar sertliği olan hasta grubunda bağırsak bakterilerinin ürettiği trimethylamine N-oxide (TMAO) gibi toksik maddeler kanda daha yüksek seviyede saptandı. Bu bulgular ışığında araştırmacılar probiyotik kullanımı ile bağırsak florasının düzenlenmesinin kalp damar hastalığından koruyucu olabileceğini belirttiler.
Bağırsak bakterileri gelecekte, kalp hastalıklarının tedavisinde kullanılabilir
Araştırmacılar bağırsak mikroplarının kalp sağlığı üzerine etkisini incelerken özellikle TMAO maddesi üzerinde duruyor. Yüksek yağlı süt ürünleri, yumurta ve kırmızı ette bulunan kolin, lesitin ve karnitin gibi maddeler bağırsak bakterileri tarafından metabolize edilerek TMAO ya çevriliyor. Yüksek TMAO düzeyleri de damar içerisinde pıhtılaşmayı arttırarak kalp krizi ve inme geçirme riskini arttırıyor. Araştırmacılar yaptıkları bir çalışmada farelere verdikleri bir ilaç ile bakterilerin TMAO üretimini azaltarak, pıhtılaşmayı da azaltmayı başardılar. Bu ilaç antibiyotiklerin tersine bağırsaklardaki yararlı bakterileri öldürmeden, sadece bakterilerin zararlı bir madde olan TMAO üretimini azalttı. Bu ve bunun gibi araştırmalar ileride bağırsak bakterileri üzerinden kalp damar hastalıklarını azaltıcı tedavi yöntemlerinin geliştirilmesine yol açabilir.
Kardiyoloji alanında kalp damar sertliğinin dışında bağırsak floramız ile kalp sağlığı arasındaki ilişkinin en çok araştırıldığı alanlardan biri de kalp yetmezliği. Kalp yetmezliği bugün dünyada milyonlarca insanı etkileyen, ölüme ve ciddi hayat kalitesi kaybına neden olan kronik bir hastalık. Pek çok bilimsel çalışma, bağırsaklarımızdaki mikropların kalp yetmezliği ile ilişkili olduğunu söylüyor. 2019 yılında Avrupa Kardiyoloji Derneği kongresinde sunulan bir bildiriye göre kalp yetmezliği hastalarının bağırsaklarında azalmış bakteri çeşitliliği görüldü. Özellikle vücudun dış etkenlere karşı temel bariyerlerinden olan bağırsak hücrelerinin ana enerji kaynağı olan bütirik asiti üreten mikropların azalması, kalp yetmezliği hastalarının daha geçirgen ve hassas bir bağırsağa sahip olmalarına yol açıyor. Bu bakterilerin yoğunluğu da direkt olarak yediğimiz besinler ile ilişkili. Aynı çalışmada lif içeriği yüksek diyet uygulayan kalp yetmezliği hastalarının daha sağlıklı bir bağırsak mikrobiyomuna sahip olduğu ve bu hastaların ölüm riski ve kalp nakli riskinin de daha az olduğu saptandı. Araştırmacılar bağırsak mikrobiyomunun salgıladığı çeşitli maddeler ile adeta tiroid ya da pankreas bezi gibi bir endokrin organ olarak çalıştığını belirttiler.
Bu ve bunun gibi pek çok araştırma, bağırsak mikroplarının kalp sağlığı üzerine etkisini ispatlamış durumda! Bu çok önemli çünkü kalp sağlığı için kötü genetik mirasınızı belki değiştiremezsiniz, ancak sağlıklı beslenme ile kalp sağlığı üzerine etkili olan bağırsak floranızı değiştirebilirsiniz. Özellikle lifli gıdalara diyetinizde daha çok yer vermeniz, Akdeniz tipi beslenme rejimine geçmeniz iyi bir çözüm olabilir. Probiyotik besinler yiyerek ya da dışkı nakli gibi yenilikçi tedaviler ile bağırsak florasının olumlu yönde değiştirme konusunda yapılan heyecan verici çalışmalar ise büyük bir hızla devam ediyor. Sonuçlarını merakla bekliyoruz !
Kardiyoloji Uzmanı